Müge Şenel

29 Ekim 2016 Cumartesi

Bu an...

İşte... İşte tam bu an. Tam bu anda, yaşadıklarımı tarif edebileceğim, hissettiklerimi anlatabileceğim, konuşabileceğim biri yok. Bunu gerçekten biliyorum, dolan gözlerimde, titreyen iç sesimde, derinimde, en derinimde bir yerlerde. Ruhumu hiç konuşmadan yatıştırabilecek, konuşamasak da neler olup bittiğini anlayabilecek biri yok. O "biri" ne zaman gelecek bilmiyorum. Ya da gelecek mi? Eğer gelmezse o zaman ölene dek yalnızım demektir. Bazen sadece başımı eğip, gözlerimi boşluğa dikiyorum. İşte o anda karşımda biri olmasını diliyor, ve o birinin beni tamamen kavradığını; aklında, kalbinde ve ruhunda olduğumu bilmek istiyorum. İşte o an, tam bu an. Daha fazla açıklayamam. Çünkü karşımda o "biri" yok. Biliyorum.

20 Mayıs 2016 Cuma

Saman Kağıt

     İsmi lazım olmayan yazarın ismi lazım olmayan kitabının bilmem kaçıncı sayfasıyım ben... Hani şu hevesle başlayıp bir çırpıda okumayı umduğunuz kitap. Daha yarısına gelmeden aşmayı zorlandığınız o sayfayım. Kelimelerde göz gezdirip hiçbirini anlamadığınız anları seyrettim. Belki aklınız başka yerdeydi, belki de aslında okumak için gelmemiştiniz. Sayfanın sonuna gelip hiçbir şey anlamadığınızı fark edip yüzlerce kez başa döndünüz. Takılıp kalmaktan bir hayli mutsuz olsanız da gamsızlığınız ağır bastı hep... "Zaten meşgul olmam gereken başka işler var." savunmasını savurup kapattınız kitabı. Çantanıza atıp gittiğiniz her yerde yanınızda taşısanız da yüzüne bakmadınız. İsmi lazım olmayan yazarın ismi lazım olmayan kitabının kapağına bakmayanlar bilmem kaçıncı sayfasına neden baksın? Siz de haklısınız. İşleriniz daha mühim... Siz ve o büyük işleriniz...

     Ben bir saman kağıdım. Kelimelerin dokunuşuyla kıymete binen, sayısız tekrarlarla değersizleştirilen, fevri hareketlerle buruşturulup atılan, kolayca yırtılan, ıslanan ve yanan bir saman kağıt... Ulu bir ağacın ilk göz ağrısı, son nefesi... Kimine sihirli, kimine zehir zemberek sözler saçan... Bazen bağırırım ama öfkem hammaddemin alevi gibi çabucak sönüverir. Bazen de susarım... Öyle bir susarım ki... Suskunluğum uzun solukludur. Nefes bile almadan susarım... Sustuğum zamanlarda konuşmamı istersiniz. Gerçekten dinlemeseniz de... Ben de gerçekten konuşmak istemediğim zamanlarda gevelerim. O yüzdendir anlamayıp sürekli başa dönüşünüz... Geçemediğiniz sınır, bilmem kaçıncı sayfanın kısır döngüsüne kapılmış kelimeleriyse, hak etmiyorsunuz demektir. Hakkıyla okuyup anlayan açılır keşfedilmemiş ufuklara...

     Kitap vardır, yüzlerce sayfasıyla bile çelemez aklı, inemez kalbe. Kitap vardır, her bir sayfası kalıcı etkiler bırakır, sonsuza kadar yer eder hem akılda hem kalpte... İsmi lazım olmayan yazarın ismi lazım olmayan kitabının bilmem kaçıncı sayfasında bir söz vardı; "Büyük bir sevginin göstergesi olan binlerce ayrıntıyı ıskaladım." Hemen aştım sayfayı, ayrıntılardaki coşku dolu gizleri kaçırmamak için... Düşünün, siz neleri ıskaladınız, kimleri kaçırdınız? Radyoda sesini kıstığınız müzikte, geçerken uğradığınız dükkanda, yürüdüğünüz yolun kenarında, yere bakarken gökte, göğe bakarken yerde, gözlerinizi kapadığınızda, kulaklarınızı tıkadığınızda, yarım bıraktığınız kitapta... Düşünün...

     Ben bir saman kağıdım, okunması gereken bir sayfa, akıldan kalbe inen tesirli bir parça...

24 Nisan 2016 Pazar

İliklerime kadar işlemiş düşünmek...

İliklerime kadar işlemiş düşünmek...Hatta kaşlarım inip kalkmadan, göz kapaklarım meraklı gözlerimi örtmeden ve hatta elimde kalem olmadan düşünemez olmuşum. Ondandır doğada anlam arayışım. Daha doğrusu var olan anlamı kurcalayışım. Fark ettiklerimi yeniden fark ederken aynı heyecanı hissedişim. Tekrar tekrar altını çizdiğim satırları hatırım için sürekli tazelemek isteyişim. Düşünmek değil aslında... Düşünebilmek. Satır aralarından uzaklaşırken, düşünmekten de uzaklaşanları kitap raflarına sığdırabilmek. Düşünebilmenin hayati önemini kavratabilmek. Kelimelerin içine sinen anlamları özümsemek. Tek düşündüğüm bu. İliklerime kadar işlemiş düşünmek...

20 Şubat 2016 Cumartesi

On birinci kattan düşen düşler

"Düşlerimi görmek için benimle düşmeyi göze alır mısın?"



♫ a small measure of peace


kuşların göçtüğünü gördüm,
penceremin önünden geçtiler
gitmenin mümkün olduğunu anlatan
kanat seslerini duydum
duymak görmekten daha çaresiz,
eylemin kendisine değil yankısına şahit olmak
görmek duymaktan daha acımasız
olanları inkar edemeden yaşamak

göğe bakarken yüzünü gördüm
bu göğün yüzü bizim gökyüzümüz mü?
hani düşlerimizi salıverdiğimiz
uçmayı kutsal kılan

kuşlar nereye gitti?
yağmur damlaları camda birikiyor şimdi
on birinci kattan düşüyor düşler
zihnim kötürüm olmaya mahkum

yolda rastladığım birine döktüm içimi
tanımadığım bir yabancıya...
tanıdığım yabancılar da var etrafımda
sonradan yabancı sıfatını alanlar
yüzlerin manalarını yitirmesi ne acı
seslerin artık anımsanmaması

ruhumun afyonu melankoli
aşırı dozdan ölüyorum
beynimin mürekkebi fışkırıyor kağıtlara
delil bırakıyorum ardımda
yok edin onları!
gömün düşlerimi toprağa

gidiyorum...
çaresizliği duyarak, acımasızlığı görerek
on birinci kattan düşüyor bedenim
kanatları olmadan nasıl uçar zihnim?
kuşların peşine düşüyor düşlerim

ruhumun göçtüğünü gördüm
sebebi varlığımı anlatan
kanat seslerini duydum
bulutların geçişi pencereme aksediyor
yaşamın şeridini tasvir ederek

yağmur damlaları içeriye sızıyor şimdi
göğün yüzüne gülümsüyorum
yüzündeki kalabalığa yabancılaşarak
kolaylıkla sıyrılıyorum bağımlılıktan
ötekileşmiş bir kuş sürüsüne katılıp
tesadüfen yalnızlaşarak